PSİKOLOG BARIŞ SAMANCI YAZISI “SEVGİ” liler Günü...

“SEVGİ” liler Günü
Aşk, tarih boyunca edebiyatçıların, şairlerin, filozofların, sanatçıların, psikologların, psikiyatrların gündeminde önemli bir yer tutmuş ve tutmaya da davem etmektedir. İnsanın insan olduğundan beri bilinen Aşk; Adem ile Hava’yla başlayıp her toplumun ve kültürün kendi aşk kahramanlarıyla; Romeo ve Juliet, Ferhat ile Şirin, Brad Pitt ile Angelina Jolie, Behlül ve Bihter gibi farklı uçlardaki fenomenlerle günümüzde de sıcaklığını korumaktadır.
İşte konunun doğasından kaynaklanan bu sıcaklığından dolayıdır ki insanlar yüzyıllardır bu önemli konuyu; aşkı tanımlamaya çalışmışlardır. Bu tanımlamalara bazen; kuşlar, kelebekler, böcekler, papatyalar, martılar, uçurtmalar eşlik ederken kimi zamanda kıskançlıklar, aşk cinayetleri, aldatılmalar, hayal kırıklıkları, sancılar ve aşk acıları eşlik etmiş, kimi zamanda bilim otoriteleri tarafından hakkında bilimsel çalışmalar eklenmiştir. Aşk kadar önemli olan başka bir konu ise sözcüğün anlamındaki belirsizliktir. Kimine göre dengesizlik, kimine göre muhteşem bir heyecan, kimine göre zorunluluk, kimine göre mantıksızlık, kimine göre hastalık, kimine göre cinsellik, kimine göre hayalperestlik, kimine göre hormonların yol açtığı kimyasal bir reaksiyon olan Aşk, tarih boyunca çok fazla tanım almıştır:
Aristoteles “dostluk ve iyimserlik” olarak tanımlamış aşkı, Proust ise “yakalanan zamandır” derken aşk için, Arthur Schophenhaur ise; “Aşk; mideyle göğüs kafesi arasında , aç olmamana rağmen açlık, tok olmamana rağmen tokluk hissidir ” diyor. Lacan’ a göre “aşk, cinsel başarısızlığımıza karşı önceden uydurulmuş mazerettir” . John Barrymore’a göre “Aşk güzel bir kızla tanışma ve onun bir sazan balığına benzediğini keşfetme arasında geçen enfes zamandır”. Balzac ise “karşı konulmaz bir itki” olarak tanımlar aşkı." F.Nietzsche “Arzu edilenden ziyade arzu etmeye aşığız." diyerek eyleme atıfta bulunur. Türk Dil Kurumu ise aşkı, “Aşırı sevgi ve bağlılık duygusu, sevi” olarak tanımlamaktadır.


Mitoloji’ de bu önemli konu için Eros’un doğum miti ile katkı sağlamıştır. Güzellik ve aşk tanrıçası Afrodit doğduğunda tüm tanrılar toplanarak kutladılar bu özel günü. İşte o gün yokluk tanrısı, şaraptan sarhoş olmuş varlık tanrısını baştan çıkardı. Birleşmelerinden günümüz aşk tanrısı olarak bilinen, şiirlere ve filmlere konu olmuş Eros doğdu. Bu yüzden Platona göre aşk ne varlıktır ne de yokluk. “Belki de her ikisi. Beklide yokluğun varlıkla bütünleşme, kendini tamamlama isteğidir”. Platon, yarımızı başlangıçta kaybettiğimizi ve hayatımız boyunca yana yakıla onu aradığımız söyler. Aşığın aradığı, yokluğuyla onu eksik kılan elmanın öteki yarısıdır. İşte bu kayıp yarıyı bulduğumuz zannetmek, aşık olmaktır. İşte bu nedenledir ki Platon’a göre aşk; ana kuralı “zannetmek” olan bir oyundur.
Aşkın kaynağı ne olabilir? Tanımlamalarında bile onlarca farklılık olan bu belirsiz kavramın nedenlerinde de farkı açıklamalar ve yaklaşımlar görünmektedir.
Aşkı evrimsel açıdan değerlendiren bilim adamları türümüzü devam ettirmemiz, yeni nesillerin ortaya çıkması için bağlılık yaratan, karşı cinse doğru harekete geçiren, üremeye yönelik en vazgeçilmez hayatta kalma ve neslini sürdürme stratejisi olarak ele almaktadırlar. Yazının başında da atıfta bulunun Lacan gibi bazı filozoflara göre ise cinsel haz için uydurulmuş bir kılıftır. Psikanalize göre, yaşadığımız bölünmüşlüğü ortadan kaldırmak için karşı tarafla bir bütünlük kurma, ruhumuzdaki eksiklikleri tamamlamaya çalıştığımız bilinçdışı bir süreçtir aşk. Kimi düşünürlere göre ise aşk bir fantezi ve yanılsamanın sonucudur.
Araştırmacılar, yetişkinler arasındaki aşkın kaynağı konusunda 4 kaynak kategorisi önermektedirler; Kişilik yetersizliği, Kişilik yeterliliği, Toplumsal Kuralların Etkisi, Fizyolojik Uyarılma.
Kişilik yetersizliği: Yalnız başına ayakta durabilecek içsel kaynakları olmayan kişiler genellikle kendilerini kendileri gibi eşit derecede yetersiz birisiyle arkadaşlığa yönlendirirler. Aşk, kişinin kendi gerçekleştiremediği ideallerine ilişkin algısını eşine yansıtmasıdır.
Kişilik Yeterliliği : Pek çok kişi ve pek çok yazar , aşık olmanın normal olduğunu, asıl kişilik yetersizliğinin aşka karşı duvar örmenin olduğunu savunmaktadırlar.
Toplumsal Kurallar: Toplumun aşka yönelik ve çoğunlukla evlilikle sonuçlanan yoğun ilgisini ihmal etmemek gerekir. Romantik aşkın işlevleri olan karı – koca ve anne- baba konumlarını doldurmak ve çekirdek aile oluşturmak yalnızca üreme ve toplumsallaşma için değil, aynı zamanda tüketim maddeleri ve hizmetlerin dağıtımı için var olan düzenlemelerin korunması ve genel olarak toplumsal sistemin uygun işleyişinin korunması içinde gereklidir.
Fizyolojik Uyarılma : Tutkulu aşkla ilgili bir kuram bireylerin tutkulu aşkı, fizyolojik olarak yoğun bir şekilde uyarıldıklarında , uyarılmanın yaşandığı çerçevede aşkın bu duyguları için en uygun etiket olduğu zamanlarda yaşadıklarını öne sürmektedir.
Aşkın boyutları ve biçimleri !
Aşk biçimleri ile ilgili olarak bir çok yeni kuram ve model önerilmiştir. Bu kuramlardan bir tanesi de Lee’nin Çok Boyutlu Aşk Biçimleri kuramıdır. Ona göre, tutkulu aşk, oyun gibi aşk ve arkadaşça aşk olmak üzere üç temel birincil aşk çeşidi vardır ve bunlar bir araya getirilerek, ikincil aşk türleri oluşturulabilinir; Mantıklı Aşk; arkadaşça aşk oyun gibi aşk türlerinin, Sahiplenici Aşk; tutkulu aşk ve oyun gibi aşk türlerinin. Özgeci Aşk; tutkulu aşk ve arkadaşça aşk türlerinin bileşimidir.
Tutkulu Aşk: Fiziksel çekiciliğe dayanan aşk türüdür. Kişiler risk almaya hazırdırlar
Oyun Gibi Aşk : Bağlayıcılığı düşük, eğlencesi ön planda, kısa süreli ve çok eşliliğe açık aşk türüdür.
Arkadaşça Aşk: Benzerlik ve birbirini gözetmeye dayanan, zamanla gelişen aşk türüdür. Aşıklar için çeşitli etkinlikleri ve ilgileri paylaşmak çok önemli iken, fiziksel etkileşime önem vermezler.
Mantıklı Aşk:Devam edileceğine ve olumlu gelecek sağlayabileceğine inanılan ilişkilerdeki eşlere duyulan aşk türüdür. Onlar için birlikte oldukları kişilerin sosyal ve kişilik özellikleri; din, eğitim, aile özellikleri önemlidir
Sahiplenici Aşk: Kıskanç, güvensiz,obsesif, biraz da patolojik aşk türüdür.Sahiplenici aşıklar ilişkilerine güvensiz olma ve sürekli olarak birlikte oldukları kişiyi kaybetme korkusu yaşama eğilimdedirler.İlişkileri sorunlu olsa bile genellikle bitiremezler.Ayrılığın olumsuz etkilerini uzun süre üzerlerinden atamazlar, ilişkilerinde ve ilişkilerinden sonra acı çekmekten hoşlanırlar.
Özgeci Aşk: Karşısındakini kusurlarına rağmen seven, onun iyiliğini kendi iyiliğinden çok düşünen aşk türüdür. Onlar aşkı hissetmeyi görev gibi algılarlar ve aşkı vermeye inanırlar.

J. Sternberg ise aşkın üç farklı unsurdan oluştuğunu , yakınlık, tutku ve karar/bağlılık olarak tanımladığı bu unsurlarla oluşturduğu üçgen aşk kuramıyla 8 aşk türünden bahsetmiştir: Ve bu sınıflamada özellikle romantik ilişkilerde bir çoğumuzun arzuladığı aşk türü olan: Mükemmel Aşk türünü tanımlamıştır.
Mükemmel Aşk : tutku + bağlılık + yakınlık unsurları olarak formüle etmiştir.
Tutku: romantizm, fiziksel çekicilik,cinsellik ve beğenme gibi dürtüleri
Yakınlık: bir aşk ilişkisinde kişiler arasındaki yakınlığı ve birbirine bağlı duyguları
Bağlılık : Aşkı sürdürme kararlılığıdır.
Bu aşkı yaşamak zordur ancak onu elde tutmak onu yaşamaktan daha zordur.
“Aşk “ben” leri yok etmek pahasına “ biz” olabilmektir” der Mehmet Sungur. Ve başka bir aşık fantezisi devreye girer “ikimizin bir olması” hayali ve bu 1 + 1= 1 şeklinde formüle edilir aşıklar tarafından. Oysa matematik bize gerçeği söylemektedir. Sonuç her zaman 2 dir. Matematik bize uzaksa eğer; Ataol Behramoğlu bir şirinde “Aşk iki kişiliktir” demektedir.
İşte bu noktada kişinin yaşadığı aşkın gerçek olup olmadığına nasıl karar verilir sorusu ve toplama işleminin sonucunun 1 değil de 2 olduğu gerçeğiyle nasıl yüzleşilir sorusu karşımıza geliyor! Nasıl?
Bazı yazarlar aşkın özünde yapay olduğunu düşünmektedir. Örneğin Stendhal aşkın çarpıtmalara neden olan öznel bir deneyim olduğu görüşündedir. Ona göre aşk bir fantezidir, kişinin ego ideallerini gerçekçi olmayan bir şekilde başka bir kişiye yansıtmasıdır. Gerçek ortaya çıktığında bu yanılsama sonra erer ve böylece aşk biter. Veya gerçekçi olan idealler gerçek ortaya çıkınca eşleşir aşk devam eder.
İşte bu gerçeğin ortaya çıkması ile yanılsamanın sona ermesi durumu genç popçuya
“haram olsun, yıllarım oldu ziyan” sözlerini yazdırır, arabesk müziğin kralına ise “aldanma çocuksu mahsun yüzüne, terk edip gidecek seni bir gün...” mısralarını yazdırırken, aşkın kısır döngüsünü ise “ o durmayan yolcu sen garip hancı” ifadeleriyle dışa yansıtmasına yol açmaktadır, Zülfü Livaneli, 1 + 1 = 1 matematiksel işleminin imkansızlığını “sus söyleme her şey ortada artık, kelimeler kanatır yarayı, gözlerin anlatıyor; mutlu aşk yoktur! sus söyleme her şey ortada artık” dizeleriyle ruhumuza “kesinlik” olgusuyla işlemektedir mutlu aşkın olmadığını. Kayıp yarımızı bulduğumuzu sandığımız aşık olma sürecinde, biten aşklarda, ayrılıklarda yalnız sevgiliyi değil kendimizden de bir şeyler kaybederiz. Giden sevgili benliğimizin bir parçasını da götürür. Aşk acısı bir bakıma kendini kaybetmenin acısıdır. Bu acıyı Münir Nurettin Selçuk ; “Beni kör kuyularda merdivensiz bıraktın, Denizler ortasında bak yelkensiz bıraktın” diyerek tanımlamaya çalışmıştır. Ve bu acıyla yüzleşmek, unutmak ve “unutulmayı bilmek” belki de çok zor geldiğinden; Şebnem Ferah bu acıya karşı “ Sil baştan başlamak gerek bazen, hayatı sıfırlamak, sil baştan sevmek gerek bazen her şeyi unutmak” dizelerine sığınırken, Kıraç ise bu acıya karşı “ne olurdu benim olsan şu yaralarımı sarsan bıktım artık yol almaktan, önüme çıkıp durdursan” diyerek bu acının durmasına dair dileğini ifade etmiştir.
Sonuç itibariyle aşk tüm duygu, davranış ve tutumları birleştiren bir olgudur. Aşk, olumlu duygulardan kaynaklanabildiği gibi yetersizlik gibi olumsuz duygulardan da kaynaklanabilir. Birey, yalnızlığın tadına varınca bir ilişkinin tadına varabileceğine veya yetersizlik duygusu nedeni ile aşksız, ilişkisiz kalamayacağına veya ilişkisinde 1+1 = 1 olabileceğine de inanabilir. Bütün bunlar yanlışlarıyla doğrularıyla seçimdir. Ayrıca aşk, kendisini bir duygu, bir karar veya bir davranış olarak gösterebilir. Bu karmaşık olguları tanımlamak, 2 iken 1 olma isteğini anlayabilmek, biteceğini veya imkansızlığını bile bile bir ilişkiye devam etmeyi anlamak, ölümüne aşıklara, hepsini isteyenlere, üşüyenlere, yalnızlıktan korkanlara, korkmayanlara ötekine sokulmanın ve aynı zamanda uzak kalmayı istemenin diyalektiğini Schophenhaur’ un öyküsü anlatıyor;
“Bir yığın kirpi soğuk bir kış günü, ısınmak ve ayazda donup kalmamak için birbirlerine sokulmuştu. Gelgelelim, çok geçmeden biri ötekilerinin dikenlerini kendi vücudunda hissetti, bu da onları yine birbirlerinden uzaklaştırdı. Isınma gereksinimiyle ne zaman birbirlerine yaklaşsalar, dikenlerinin birbirlerinin vücuduna batması gibi tatsız bir durumla karşılaşıyorlardı. Böylece bir süre iki kötü’den biriyle ötekisi arasında gidip geldiler, sonunda birbirlerinin yakınlığına en çok katlanabilecekleri bir uzaklık keşfettiler, bunun sağladığı az buçuk bir ısıyla yetindiler ister istemez.”
Günümüzde herkes herkese “sevgilim” , “aşkım”, “hayatım”, “bir tanem” diye hitap edebiliyor, kim kimin tam olarak nesi oluyor çok zaman net olarak bilemiyoruz ve popüler kültürün dayatmacı tavrı ile sağlıksız laçka ilişkiler aşk diye empoze ediliyor insana. Mükemmel Aşk türünü tanımlarken bu aşkı yaşamanın zor ancak onu elde tutmanın onu yaşamaktan daha zor olduğunu belirtmiştik. Mükemmel aşkı isteriz ancak bu tür bir aşkı yaşamak için uğraşmayız. Derler ki “aşkı çağırdığınızda ya kaçar ya da yanlışı gelir” işte bu nedenle “yetinmek”, “denizler ortasında yelkensiz kalmak” “hancı veya yolcu olmak” istemeyenler için; aşktan, sevgiliden, tutkudan, şehvetten uzak bir mısrayı, Gülten Akın’ın dizelerini hatırlıyoruz;
“Seni sevdim, seni birden bire değil usul usul sevdim
‘Uyandım bir sabah’ gibi değil, öyle değil.”
Ve yukarda bahsedilen şarkılara ek olarak bir şarkının daha sözlerini mırıldanıyoruz;
“Sevgi güzellik ister gülüm, güzellik emek ister”
‘Sevgi’ liler gününüz kutlu olsun!

Barış SAMANCI
Kaynaklar:
1 - TPD Türk Psikoloji Bülteni
2- Psikeart
3- Popüler Psikiyatri






Hiç yorum yok:

Yorum Gönder